İşyerinde Güven Ortamı ve Psikolojik Sağlamlık
Ülke olarak 06 Şubat sabahı itibariyle oldukça zor günler geçiriyoruz. Hepimiz bu denli büyük bir
depremin getirdiği yıkımları, kayıplarımızı gördükçe üzüntü, kaygı, öfke, umutsuzluk gibi birçok farklı
duyguyu birlikte yaşıyoruz. Bu kadar çok duygu içinde hepimizin yaşadığı duygu yoğunlukları farklı.
Dolayısıyla sonrasında verdiğimiz tepkiler de -tıpkı birçok farklı olayda olduğu gibi- doğal olarak çok
farklı. Yası ya da bir travmayı atlatma/karşılama süreci de kişiden kişiye değişiyor. Bazıları daha hızlı
hayatın akışına dönebiliyor, bazıları için yaşadığı travmalar onu terapi almaya yönlendiriyor, bazıları
için ise malesef kolay kolay hayatın normal akışına geri dönmeleri mümkün görünmüyor.
Deprem bölgesinde olmasak da iş yerlerimizde, evlerimizde, okullarımızda hepimiz bu acıyı derinden
hissederken, bu olağanüstü durumun içinde sanki bizler de olağanüstü hisler içindeyiz gibi
hissediyoruz. Kendi aramızda bunu nasıl aşabileceğiz, nasıl üstesinden geleceğiz diye konuşuyoruz.
Ve depremin üzerinden neredeyse 2 ay geçmişken aslında uzmanların hemfikir olduğu bir konu var ki, o da bu
kadar travmatik bir olay karşısında tüm bu yaşadığımız kaygı, üzüntü,öfke belki korku; insan olarak
hissedebileceğimiz en ‘doğal’ duygular.
Bu sebeple pandemi döneminde çok daha fazla konuşulur olan “psikolojik sağlamlık” terimi,
bugünlerde de yine insan kaynakları departmanlarının ana konusu haline gelmiş durumda. Psikolojik
dayanıklılık, Amerikan Psikoloji Derneği (APA) tarafından, zihinsel, duygusal ve davranışsal esneklik
yoluyla zorlu yaşam deneyimlerine başarılı bir şekilde uyum sağlama süreci olarak tanımlanıyor.
Uzmanlar duyguları kabul etmenin, bu duygularla yaşamayı öğrenmenin önemli olduğunu söylese de,
çoğumuz bunu bilsek de bu uyum sürecinde iş uygulamaya gelince maalesef zorlanmamak mümkün
olmuyor. İlk adım bunun doğal olduğunu kabul etmekle başlıyor. Kabul ettikten sonra destekleyici bir
takım çözümler de sürece katkı sağlıyor.
Bu dönemlerde tamamen uzaktan çalışma yerine haftada birkaç gün de olsa, çalışanların ofis
ortamında birlikte olmaktan keyif aldıkları iyi hissettikleri ekip arkadaşlarıyla bir araya gelmelerinin
olumlu etkiler yarattığını görüyoruz. Güvendiğimiz bir iş ortamı içerisinde, normal zamanda gün
içinde yaşadığımız birçok duyguyu paylaştığımız ekip arkadaşlarımızla üzüntüyü de paylaşabilmenin
ne kadar kıymetli olduğunu görüyoruz. Özellikle sizi önemseyen insanlarla bağlantı kurmanın, olumlu
iletişim ve ilişki kurmanın iyileştirici etkisi burada da ön plana çıkıyor.
Belirsizlik ve kaygı, en çok güven duygusunu zedeliyor. Bu sebeple takımlar arasında yaşatılan
desteklenen güven ortamı burada da olmazsa olmaz olarak karşımıza çıkıyor. İş hayatında bir çok kişi
kontrolü elinde tutmanın gücüne inanırken, belirsizlik bu sefer karşımıza bastığımız topraktan dahi
emin olamayacağımız bir afet ile çıkıyor. Dolayısıyla kontrole inanan çoğunluğumuzun temel
kabulünü de derinden sarsıyor.
İş hayatında birçok kişi için temel kabul bu kadar sarsılmışken, rutine dönebilmek, rutini korumaya
çalışmak da psikolojik dayanıklılık için temel mücadelelerden biri oluyor. Burada acıyı hiç
hissetmeden makine gibi çalışmaktan bahsetmiyoruz. Burada işimize odaklanmanın, anlamlı bir
üretim için de olmanın bu kadar belirsizlik için de rutin de koruyabildiklerimizin de bize ve çevremize
iyi gelebileceğini gözlemlediğimizi paylaşmak istiyoruz. Hatta işinde odaklılığı ve verimliliği yakalayan
ve katma değer için bu diğer insanlara nasıl yardımcı olabilirim bilinci ile birlikte birçok destek ve
yardım aktivitelerinde bulunan ekiplerin iyi olma halini birlikte yakaladıklarını görebiliyoruz.
Kontrol edemediklerimiz, belirsizlikler, kaygılarımızı yönetmek, yaşamımızın bir parçası olurken
önerilerimizin biraz da olsa yardımcı olmasını dileriz. Güven ve iyi iletişimin, iyi ilişkilerin, üretmenin
sadece ruhumuzu bizi değil, beynimizi de koruduğunu unutmayalım.